SeloCAN’a açık mektup

AnalizPolitika

Written by:

Merhaba serokémin, dembaş başkanım,

Benim adım Uğur Güney Subaşı. İnsanların delirmekten “dellenmeye” çok kısa sürelerde kolayca geçebildiği, bereketli toprakların başkenti sayılan güzel Adana’mızda o karanlık, kaos yüklü 70’lerin sonlarına doğru malum kargaşanın içerisine ancak suni sancı ile doğabilen ya da düşebilen; zengine, güçlüye ve muktedire karşı inatla direnmiş bizden önceki kuşakların memleket hapishanelerinde “azimlerinden” tavana asıldıkları 80’ler ve hatta 90’lar boyunca bir şekilde büyümeyi başarabilen ve her şey planlandığı gibi giderse de Yezid’in evlad-ı manevilerinin damgasını vurduğu buram buram vicdansızlık, yüzsüzlük ve vasatlık kokan şu 2000’li yıllarda yaşlanarak burada ölmeyi planlayan sadık bir seçmenin, meraklı bir okurun, ihtiraslı bir dinleyicin, yaşadığı şehirde “kart turk sesleri çıkartan!” Türk asıllı fahri bir Kürt olarak da inatçı bir takipçinim senin.

Ama aynı zamanda hani çok da düzenli olmasa da “kimse okumasa bile az azından kendim okurum!” motivasyonu ile başta siyaset olmak üzere çeşitli alanlarda kendince yazılar yazmaya çalışan amatör bir yazarım da. Daha doğrusu yazardım da! Zira, ne yazık ki tam bir hezimete uğradığımız şu son seçimler sonrasında sanki umutlarımla birlikte o amatör “kelimelerim” de zihnimden toplu halde hicret ettikleri için benim emektar bilgisayarımla yüreğine koşulsuz bir şekilde talip olduğu sevdalısına açılamayan iki çekingen aşık gibi öylece karşılıklı bakışıp durmamıza rağmen haftalardır tek bir kelime olsun o bilgisayarın ekranına düşürmeyi başarabilmiş değilim.

Meğerse yıllardır kıymetli zamanlarını ayırarak yazdıklarımı büyük bir sabırla okuyan sosyal medya dostlarımı zaman zaman zorlayan ve hatta laf aramızda onları fazlasıyla çileden çıkartan bütün o bitmeyen, sonu gelmeyen uzun cümlelerimi var olan doğal yeteneğim sayesinde değil; geleceğe dair naif umutlarıma lehimlediğim moral motivasyonum sayesinde kaleme alabiliyormuşum hep.

Daha mektubumun başları olmasına rağmen bu yazdıklarımla, senin gibi içeriden dışarıya her yazdığı yazı ile geleceğe dair kıyıda köşede kalmış umutlarımızın artık sönmeye yüz tutmuş ateşini harlamayı adeta vazife bellemiş böylesine özel bir insanın bile içini ziyadesiyle kararttığımın gayet farkındayım başkanım. Kusura bakmayasın bunun için. Birkaç yıl önce ülke gündemini beşik gibi sallayan Bir Başkadır dizisinin nevrotik karakteri Ruhiye gibi uzun zamandır kendisini kafasının içindeki bir kışlaya kapatmış ve orada dinmeyen acılarına kendisini asker eyleyerek terhis olmayı inatla reddetmiş “sancılı” bir okurunun, inatçı bir takipçinin ve artık yazamayan bir yazarın olağan karamsarlığına ver lütfen bu girizgahı.

Oysa bu yalnız ve güzel memlekete dair tüm gerçekliği her gün yeniden inşa ederek işlerine geldiği gibi hoyratça eğip büken bu ırkçı zalimlere karşı meydanın öyle onların sandıkları kadar boş ve kimsesiz olmadığını onlara sürekli olarak hatırlatmamız ve umut etmekten, her şeye ve herkese rağmen içimizi ferah tutmaktan asla vazgeçmememiz gerekiyordu değil mi?

Aralarındaki çift cama, tüm faşizan engellemelere ve hatta bu siyasi soykırımının istikrarlı bir takvime bağlanmış olmasına rağmen, bir baba ile kızlarının, bir adam ile yiğit bir eşin, haza bir hanımefendinin, bir liderle ona inanan milyonlarca insanın birbirlerinin kokusunu, cesaretini, asaletini ve masumiyetini almalarından kıyasıya korkanların bu korkularının onların gerçeği ve hatta kabusu olduğunu kendilerine sürekli olarak hatırlatmak gerekiyordu, ki sevginin, direncin, haklı olmanın sağladığı gücün önünde hiçbir camın, hiçbir çakalın ve hiçbir mapushane duvarının duramayacağı herkes tarafından daha bir net anlaşılsın.

Oysa olmuyor, yapamıyorum. Tezer Özlü’nün muhteşem anlatımıyla ifade edersem eğer; hiçbir şey geçmese de her şey’in geçip gittiği bu zor zamanlarda senin ve senin gibi diğer tüm siyasi tutsakların “içeride” dayanabildiklerine ben “dışarıda” olmama rağmen artık dayanamıyorum başkanım.

Ne vakit bitiş çizgisine ulaştığımızı zannetsek ya da umut etsek o “finish” çizgisinin birileri tarafından, üstelik göz göre, metrelerce uzağa çekilmesinden; köpek yarışlarında oyuncak bir tavşanın arkasından dilleri dışarıda amansızca koşturan yarışmacı köpekler gibi bizden sürekli olarak kaçırılan hukukun, adaletin, vicdanın, hakkaniyetin, mantığın ve elbette eski neşemizin ve sağlığımızın peşinde öylece koşturup durmaktan yıldım usandım artık!

Üstelik biz deli gibi koştururken göstere göstere paramızı, zamanımızı, kıt kanaat biriktirdiğimiz el emeği göz nuru umutlarımızı ve yaşama sevinçlerimizi de çalıyorlar bizden. Çocukların masumiyetine, gençlerin istikballerine, kadınların bedenlerine arsızca el koyuyorlar. Anlayacağın başkanım, senin içeride korkusuzca göğüslediğin kötülüklere ve haksızlıklara biz dışarıda hani bırak göğüs germeyi dokunamıyoruz bile.

Kendilerine itaat etmeyen herkesi, hepimizi son durağı Auschwitz olan bir soykırım treninin içerisinde her yaştan, her ırktan ve cinsiyetten milyonlarca masum insanla birlikte yolculuk etmeye zorluyorlar sanki. İnsanın hayallerini eriten bir sıcaklığın adeta gövde gösterisi yaptığı o “ölüm” vagonlarında tüm yolcularla (kurbanlarla) birlikte ağzı sıkı İtalyan mafya üyeleri gibi celladımıza sessizce iman edip duruyoruz.

Sonra da hiçbir şey olmamış, sanki bütün bu haksızlıklarla biz muhatap olmamışız gibi tanığı ve hatta zamanla bir parçası olmaya zorlandığımız insan üstü bir gaddarlığın, ahmaklığın ve de asla iflah olmayacak bir caniliğin süzgecinden geçirilerek bizlere ulaştığı ortada olan bütün bu acılara, haksızlıklara, zulme, bize dayatılan bu rezil hayata bizi indirdikleri izbe istasyonlarda devam etmeye çalışıyoruz. Belli ki sen her yeni günü penceresi demir parmaklıklarla kapatılmış o soğuk mapushane hücresinde karşılamaya devam ettiğin müddetçe de zorla çıkarıldığımız bu ölüm yolculuğumuzu sonlandırmak bize hiçbir zaman nasip olmayacak.

Benim adım Uğur Güney Subaşı. Kadim Adana’nın “orta sınıf” ailelerinden birisi olan Subaşı ailesine “uğur” getirmesi için konulan Uğur ismine 70’lerin sonlarına doğru tüm ülkeyi kasıp kavurduğu gibi güzel Adana’mızı da her hücresine, her mahallesine, her yurttaşına kadar kasıp kavuran ve aynı zamanda da hemşehrimiz olan görkemli sinemacı Yılmaz Güney’e selam namına lehimlenen Güney ismini omuzlarına yükleyerek kardeşin kardeşi karanlıklarda acımasızca boğazladığı o karanlık, o puslu yıllarda ancak “suni sancı” ile bu kargaşanın içerisine doğabilmiş ya da tam ortasına düşebilmiş sadık bir seçmenin, meraklı bir okurun, ihtiraslı bir dinleyicin ve artık yazamayan umutsuz bir takipçinim senin.

Uğur Güney Subaşı

Haziran 2023, Adana

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir