AKP’NİN ÖNLENEBİLİR YÜKSELİŞİ

AnalizPolitika

Written by:

1.BÖLÜM

2+2 = 4 EMİN MİSİNİZ?

Türkiye’nin son 30 yılına, umutlarla dolu bir çocuk, hedefler koyan bir genç ve her şeye rağmen gülümsemeye çabalayan bir yetişkin olarak tanıklığımı aktarmak istediğim bir yazı dizisi hazırlamak uzun çok uzun bir süredir aklımdaydı. Nerede ve nasıl yayınlanacağını ise hiç düşünmemiş sadece yazmak istemiştim. Belki yarınlara bir tür not bırakmak belki her duygunun çabucak  unutulduğu yeniden yaratılmış Türkiye’nin asıl gerçeğini kendime hatırlatmak için. Tam da bu sırada “POLİTİKHANE” kuruldu. Bende gün be gün büyümesine sizlerle birlikte  tanıklık edeceğim bu yeni medya kuruluşunda yazmak istedim.

80’li yıllarda doğan her bebek biraz travmatik büyümüştü aslında. Amerika ve Kenan Evren’in önderliğinde gerçekleşen darbenin yasakları, kısıtlamaları altında bebeklikten çocukluğa geçen bir nesildik biz. Darbe etkisiyle apolitik bir hale dönen insanlar, Özal’lı yılların aç gözlü, işini bilen, köşeleri emeksiz dönmeyi deneyen bir halk olmaya başlamıştı. Özal ve avanesinin serbest ekonomi söylemleriyle çok değil 5-6 sene önce yaşamsal özgürlüklerini talep edenler bugün özgürlüğün yalnızca ekonomide mümkün olabileceğini savunur olmuşlardı. Yasakların, işkencelerin, idamların, hayali ihracatların, bankerlerin ve fakir halkı avutan arabesk müziğin, en önemlisi her an dönmeye hazır tank paletlerinin korku dolu gölgesinde geçip gitmişti 80’ler. Bense ilkokula henüz başlamış o tebeşir ve tahta kokulu sınıflarda fişleri yeni yeni sökmüş, 2+2’nin 4 olduğunu kesinlikle kabul etmiştim. Çok değil 30 yıl sonra öğrendim 2+2’nin sonucunun duruma göre değişebileceğini…

90’li yıllara girdiğimizde ülke bambaşka bir çağa girmişti sanki. Uzay Yolu dizisindeki ışınlanmaların olacağı 2000’li yıllara 10 yıl kamıştı. Bizler o zaman çocuk olanlar yani 2000 yılında Jetgiller gibi yaşayacağımıza inanıyorduk çünkü. uçan arabalarımız olacaktı. Ben bazen üzülürdüm yolda araba kullanamayacağım için uçacaktık biz Özal öyle demişti biz daha bebekken. Oysa ülke yangın yeriydi. Neredeyse her gün bir aydın öldürülüyordu. Ekonomi uçmak şöyle dursun giderek artan bir hızla yere çakılmak üzereydi. Aile albümümüzün fotoğraflarında elinde mikrofon ile görüp akrabamız sanıp çok heyecanlandığım, fakat vatandaşlıktan çıkartılıp sürgünde yaşadığını babamdan öğrendiğim sanatçı Cem Karaca  vatana dönmüş dönmekle döneklik edip etmediği tartışılırdı o yıllar. Dönekliğin çok kötü bir şey olduğu o yıllarda öğrenmiştim ben. Darbe dönemi ve hemen öncesi ortaokul ve lisede okuyan çocuklar bugünün Türkiye’sinde genç olmuş üniversiteye gidiyorlardı. Darbe öncesinin tek kurtuluş yolu olan sol bugün adı anılmaması gereken bir tür lanetli hastalıktı sanki. Evlerde kurulan bol konuklu dost sofralarında rakının viskinin yanında bahsedilir, eski bir dost gibi hasretle anılırdı. Ertesi gün ise size ihanet etmiş bir dosta dönüşür iş yerlerinde, sokakta sanki hiç yokmuş gibi davranılırdı. Ama o üniversite gençleri lisede, ortaokulda öğrendikleri, özendikleri örgütlü mücadeleyi, solun egemenliğini bugüne taşımaya çalışıyor  ,dernekleşiyor, sokaklara çıkıyordu. O kaybedilen heyecanı, ezilen halkların yeniden birleşmesini, özgürlüğü yeniden canlandırmaya çabalıyorlardı. Artık azdılar ama çok azdan başlamaz mıydı? Eninde sonunda dün fabrikalarda grev yapan, polise direnen, sendikalaşan, haklarını alan işçi sınıfı onlara katılmayacak mıydı? Karlı bir Pazar günü televizyonlarda yayınlar durdu. O bembeyaz kar siyah bir karanlığa döndü. Uğur Mumcu adında biri arabasına konulan bomba ile öldürülmüştü. Ben annemin ağladığını ilk o gün gördüm. Üstelikte hiç tanımadığımız biri için. Babam uzun süre ekrana baktı kaldı. Sanki çok yakın bir dostu ölür de insan bir süre konuşamaz ya öyle işte.. O parçalanmış mavi Renault 12 hiç gitmedi bu ülkedeki çocukların gözünün önünden.” Gericiler “ yapmıştı. Ülkenin ilerlemesini istemeyen, ülkeyi zamanında kana bulayan yapı neyse onlar yapmıştı işte babam öyle demişti. Ekrana her çıktığında annemle babamın bizi susturduğu aydınlık yüzlü amca “Katilleri bulmak devletin şeref meselesidir”demişti. Yıllar geçti ama hala o şerefe devlet nail olamadı. O aydınlık yüzlü amca SHP genel başkanıydı, koalisyon sebebiyle de başbakan yardımcısıydı. Babam SHP üyesiydi yani solcuyduk biz. Demek ki ilericiydik. Mumcu’nun cenazesinde herkes sokaktaydı. O üniversiteli abilerin ablaların dediği sokağa çıkın sözü bir cenaze sebebiyle gerçek olmuştu. Sol yeniden kıpırdanmaya başlamıştı belki de. Aynı yıl bahar aylarında arkadaşım Tolga’nın doğum gününe gitmiştim ben oyun oynuyorduk teypte Yonca Evcimik çalıyordu.Bir şeylere “Abone” oluyorduk. Derken Tolga’nın annesi geldi televizyonu açtı. Olağanüstü bir şey var gibi teybi kapattı ve hepimizin eve gitmemiz gerektiğini söyledi çünkü Cumhurbaşkanımız ölmüştü. Ölüm bu ülkede doğaldı ama cumhurbaşkanı ise ölen bambaşka bir hal alırdı ölüm dedikleri. Yani gencecik çocuklar ölebilirdi, aydınlar öldürülebilirdi, ama devlet erkinin başındaki isimse ölen büyük felaketti. Tüm ülke yasa boğulduk sonra geçti. Çoban sülü geldi gidenin yerine ve başbakanımız bir kadın oldu. Yer gök inledi. Türkiye o kadar modern bir ülkeydi ki bize ilkokulda öğretilen muasır medeniyet buydu işte. Bir kadın Başbakan olmuştu. Çok geçmedi bu gelişmiş ülkede insanlar bir otelde yakıldılar. Hani az gelişmiş ülkelerde bir zamanlar cadılar yakılırmış ya. Televizyonlar canlı yayındaydılar, askerler polisler duruyor sakallı tuhaf giyimli insanlar arapça şeyler bağırıp yürüyorlardı. Kitaplarını okuyup çok güldüğüm Aziz Nesin bu adamları kızdırmış bunlarda onun kaldıkları otele gitmişler ve sonra oteli içindekilerle birlikte yakmışlardı. Polis, asker, valilik, belediye, devlet aciz kalmış insanlar göz göre göre yanmıştı. Ölenler sanatçıydı, bende sanatçı olmak istiyordum o zaman beni de mi yakacaklardı? O gün etrafımdaki neredeyse herkesin nefret ettiği belediye başkanı sakallı adam gün gelecek bir partinin başına geçecek yakılmasına icazet verdiği insanların dilinden konuşacak, onun karşısında yer alan yakılan insanların hakkını arayanlar onun demeçlerini sosyal medya hesaplarından yayınlayacak geçmiş unutulacaktı. Çünkü şimdi karşıdaki güç herkesi yutuyordu. 2+2 her zaman 4 etmiyordu.

İlk bölümü burada bitirmek istedim. Yazı dizisinin bir sonraki bölümünde Tansu Çiller Türkiye’sine, giderek mafyalaşan devlete, İslamcı partilerin yükselişine, Ecevit dönemine ve AKP’nin kuruluşuna göz atacağız birlikte. Ve biz büyüdükçe kirlenen dünyaya…

One Reply to “AKP’NİN ÖNLENEBİLİR YÜKSELİŞİ”

  1. Cahit Yelçi dedi ki:

    Burak evlat kutluyorum seni. İzmir den sevgilerimi yolluyorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir