Tanrı’nın Eli

Analiz

Written by:

İlk 7 yaştan istediğim verimi alamayarak şansımı bir de 8’de denemeye karar verdiğim o eski yazların birinde, her zamanki gibi Adanalıların adeta hayallerini eriten vahşi bir sıcaklık çökmüştü güzel Çukurova’mızın üzerine. O zamanlar şimdilerde olduğu gibi klimalar memleketin her hanesine, her hücresine bu kadar yaygın bir şekilde nüfuz etmediğinden dolayı boğucu yaz gecelerini müstakil evlerimizin damlarında geçirmek zorunda kalıyor, ancak böylelikle rahat bir uykuya yelken açabiliyorduk..

Çevresi Berlin “utanç” Duvarı’nı aratmayacak şekilde son derece yüksek ve çirkin duvarlarla örülü site griliğinde laboratuvar ortamında büyütülen günümüzün çocuklarının aksine, bizler mahalle sıcaklığında ve güvenliğinde yetiştiğimiz için, özellikle yazları, sokaktan içeriye girmiyor, okulların tatil oluşunun tadını sokak aralarında deliler gibi futbol oynayarak dibine kadar çıkartabiliyorduk.

Doğrusunu isterseniz o güzel günlerde bu heyecan verici sokak ayinlerimizi sadece iki şey bozabiliyordu; birincisi; heybetli bağırışı ile sadece bizim sokağı değil, tekmil-i birden mahallemizi de inleten annemin öfke dolu “Eve gellll Güneyyy” komutu!..İkincisi de oynadığı inanılmaz futbolla sadece Arjantinlileri değil, tüm dünyayı ve elbette bizleri de kendisine hayran bırakan Diego Armando Maradona’nın 1986 Dünya Kupası’ndaki o akıl almaz efsane maçları..

Ayakkabısı dahil ancak 165 cm gelebilen bu küçük dev adam sadece “Tanrı’nın eli” olarak değil, aynı zamanda “ayağı” olarak da ortaya koyduğu insan üstü performanslar sayesinde rakiplerini “resmen ve cebren” futbol sporundan soğutarak bu yerkürenin o tarihlere kadar görmüş olduğu en sükseli, en heyecan verici açık hava sahne gösterilerinden birisine imza atıyordu uzak kıtada. Sunduğu bu eşsiz futbol resitali sayesinde de sadece Meksika’daki futbolseverleri değil, ekran karşısında kendisini büyük bir hayranlıkla izleyen biz Adanalı futbolseverleri de doyasıya mest etmeyi başarıyordu.

Meksika’dan sonuna kadar hak edilmiş prestijli, büyük bir kupayla evine, Buenos Aires’e bir Tanrı gibi dönen bu küçük dev adamın bundan sonraki hedefi, zengin ve mağrur olmalarının geri dönüşü olarak ziyadesiyle şımartılmış küstah Kuzey İtalyalılar tarafından “İtalya’nın Afrikalıları” olarak görülüp sürekli olarak aşağılanmış, dışlanmış, ötekileştirilmiş çilekeş Napoli halkının hak ettiği saygıyı onlara fazlasıyla geri kazandırmak olmuştu. 80’lerin ikinci yarısında Güney İtalya’nın mavileriyle kazandığı her başarıyla, kaptanlığını yaptığı bu takımla birlikte kaldırdığı her büyük kupayla birlikte Napoli halkının, maruz kaldığı bu işkencelerden bir süreliğine de olsa kurtulmalarını sağlamış ve bu sebepledir ki kısa süre içerisinde başka bir kıtadan gelen kıvırcık saçlı, minyon bir futbolcuyken Napoli topraklarında doğup serpilen dev bir “ilahi” güce dönüşmüştü.

Maradona, Napoli halkının hak ettiği saygıyı onlara fazlasıyla kazandıran bu “düzen bozucu” üstün yeteneklerinin bedelini ve tabii İtalya 90’da ev sahibi ve turnuvanın favorisi olan İtalya’yı hem de Napoli topraklarında Arjantin’le birlikte saf dışı bırakmış olmasının ağır diyetini, ki Napoli mafyasıyla içi dışlı olmak gibi yaptığı vahim hataları da ıskalamamak gerekiyor, İtalya’dan azılı bir suçlu gibi apar topar kovularak öderken, belki de hiçbir zaman geri dönemeyeceği o ışıltılı, rengarek hayatına da bir anlamda elveda demek zorunda kalıyordu.

İşte o tarihten sonra huzuru sürekli olarak “uyuşmada” bulmasının dozunu giderek arttıran ve hani bir nebze de olsa toparlanmasına vesile olmuş Küba rehabilitasyonu gibi “geçici” çarelerle de eski sağlığına tam olarak kavuşamayan Diego Armando Maradona’nın fazlasıyla yıpranmış bedeni bu koşuşturmaya daha fazla direnemedi ve kendisi çok genç sayılabilecek bir yaşta ne yazık ki bu dünyadan apar topar ayrılmak zorunda kalarak benim gibi kendisine delicesine hayran 90 jenerasyonunu tekmil-i birden gözyaşlarına boğdu.

Evet kabul ediyorum, bu dünyanın en iyi, en muteber insanı değildi o. Üstelik günümüzde sıradan bir Avrupalı futbolcunun sahip olduğu profesyonelliğin yarısına ve hatta çeyreğine bile sahip değildi. Ki olsaydı zaten futbolda ulaşabileceği noktanın ucu bucağı olmazdı. Ancak hem ülkesinin hem de evinden kilometrelerce uzakta bulunan bir şehrin kaderlerinin tümüyle değişmesini sağlayan o saf yetenekleriyle bu yaşlı gezegende bu sporu yapan gelmiş geçmiş en büyük, en kral isimdi o. Ve eminim ki sonsuza kadar da hep öyle kalacak.

Ölüm yıldönümü yaklaşan Diego’nun anısına saygıyla..

Uğur Güney Subaşı. Ekim 2022, Adana

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir