Şövalye

AnalizPolitika

Written by:

Ağabeyinin, kendisini yargılayan muktedirleri yargılamayı düşleyecek ve hatta bu tehlikeli meydan okuyuşunu onların yüzüne ya da daha doğru bir ifade ile “yüzsüzlüklerine” karşı ağız dolusu haykıracak kadar görkemli bir yüreğe sahip olduğunu belki de o gece orada bulunan herkesten çok daha iyi bildiği için herkesin mutluluktan cep telefonlarına sarıldığı o muhteşem anda bile birbirlerine sarılmalarını fırsat bilerek ağabeyinin en azından o gece için daha dikkatli konuşması konusunda kendisini gizlice uyarmaya çalışan küçük kardeşin bütün bu insani ve anlaşılabilinir çabaları; kuşkusuz modern zamanların en yetenekli ve cesur şövalyesi olan ağabeyinin, üstelik haksız yere yattığı bir kamyon yıl sonrasında daha yeni tahliye olmasına ve haliyle de iktidarın gözünün kulağının hala kendisinin üzerinde olmasına rağmen, içeride suçsuz yere yatan tüm siyasi mahkumların bir an önce özgürlüklerine kavuşmaları gerektiğini haykırmasıyla Silivri’nin o zifiri karanlığına bir çırpıda gömülüvermişti.

Gömülmeye de mahkumdu aslında..Zira onun kalemle kağıdın namusuna halel getirmeden onurlu bir yaşamın parçası olmasını sağlayan o şövalye iradesi, bildiklerini, hissettiklerini ve inandıklarını gönül dolusu haykırmasının hiçbir şekilde yeri ve zamanı olmayacağını; şartlar ne olursa olsun doğru yerde olmak yerine doğrunun, hakkın ve hukukun yanında mevzilenilmesi gerektiğini ve tabii efsane yazar Çetin Altan’ın oğlu olması hasebiyle de tıpkı babası gibi en gizli lafını Taksim Meydan’ında tüm açıklığıyla söylemesi gerektiğini emretmişti kendisine.

Onu ömrünün sonuna kadar gün ışığına hasret bırakmak sevdasıyla heybelerindeki tüm zorbalıklarını ve zalimliklerini kuşansalar bile onun bu şövalye ruhuna asla sızamayacakları, imza atacakları hiçbir nobranlığın, hiçbir hukuksuzluğun bu sarih gerçeği asla değiştirmeyeceği gün gibi ortadayken, hukuku kötürüm bırakarak verdikleri abuk sabuk cezalarla onun zamanla yılarak diz çökeceğini, üzerine kapanan demir parmalıklardan ürkerek bir süre sonra ehlileşebileceğini, kolayca satın aldıkları diğer omurgasız yazarlar, utanmaz gazeteciler gibi hizmetlerine kolayca girebileceğini ve hatta onu kirli planlarının kullanışlı birer aparatı haline dönüştürebileceklerini umanlar işte tam bu sebeplerle büyük hayal kırıklığına uğramışlardı o mutlu gecede.

Zira, kendilerini bu kadim ülkenin tek ve ebedi sahibi olarak gördükleri için yasaları kolayca eğip bükerek onu ve sihirli kelimelerini zapturapt altına alabileceklerini zannedenler o öfkeli ruhun kaleminin “keskin” bir kılıca dönüşmesini ve adaletsizliğe, hukuksuzluğa dair her yazıp çizdiğiyle tozlu bir halıyı çırpar gibi kendilerini ve zamanla suç şebekesi haline dönüşen o haksız ve hukuksuz düzenlerini hunharca çırpmasını hesap edemedikleri gibi o ışıltılı kelimelerin demir parmaklıkları aşıp göğe yükselerek “hakkaniyet” ve “adalet” peşinde koşan bizlere yıllarca nefes olmasını, umut olmasını, can olmasını da bir türlü engelleyememişlerdi.

İşte hem kendilerinin hem de kendilerine “muhalif” olduklarını iddia eden malum ulusalcı çevrelerin bir balık kılçığı gibi boğazlarına takılan bütün o öfke nöbetlerinin, bir türlü önünü alamadıkları kıskançlık krizlerinin sebeb-i hikmet’i de budur zaten. Kirli siyasi ikballeri doğrultusunda Ahmet Altan’ı yargılayıp hüküm verirlerken kendilerini bir anda tarih önünde “yargılanan” sanık pozisyonunda bulmaktan ölesiye çekiniyorlar, korkuyorlar.

Oysa farkında değiller ki suçları, ayıp ve günahları zamanla kuruyacak olan ıslak bir çimentonun üzerine çoktaaan düşmüştür bir kere. Bin asır geçse de üzerinden bu lanet izden asla ama asla kurtulamayacaklardır!

Okyanusun tüm sularını üzerlerine boca etseler dahi göreceklerdir ki hem bu “adi leke” hem de o soğuk mapushane duvarlarından dışarıya “yenilerek”, “diz çökerek” ya da “pes ederek” çıkacağına; hem kendisine hem de mükemmel yaptığı mesleğine ihanet etmemesinin onurlu bedelini gerekirse canıyla ödemekten asla çekinmemiş olan bu “asil şövalye” ahirete kadar onlara usul usul eşlik edecekler, onların bu karanlık kaderlerinden usta bir dolandırıcı gibi sessiz sedasız sıyrılmalarına hiçbir şekilde müsaade etmeyeceklerdir.

Uğur Güney Subaşı

(Şövalye’yi mecliste görmek istiyoruz)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir