KÜRTLERİN THE VİLLAGE’İ!

Analiz

Written by:

O dünlerde vizyona giren “The Sixth Sense” ( Altıncı His ) filmiyle bizleri sinema koltuklarına adeta mıhlayan “sürpriz finallerin olağan şüphelisi” M. Night Shyamalan’ın yeni filmi “The Village” için de benzer beklentilerle sinema salonlarına bir koşuda aktığımızı, ancak filmin bitiş düdüğünün çalmasıyla birlikte biz beyaz perde müritlerinin derin bir hayal kırıklığı eşliğinde salondan uğurlandığımızı sanki dün yaşanmışcasına gayet iyi hatırlıyorum.

Zira, sinema sanatında birçok şeyi değiştiren efsane “The Sixth Sense” ile kıyaslandığında gayet yavan, sonu tahmin edilebilir bir senaryoya sahip “The Village” filmi, kuvvetle muhtemeldir ki bu çıkmazın gayet farkında olan filmin yönetmeni Shyamalan tarafından zorlama bir “sürpriz final” iliştirmesiyle kurtarılmaya çalışılmış, ancak başarılamamış “kayıp” bir yapım olarak hafızalarımızdaki ve sinema tarihindeki yerini çoktan almıştı.

Yaşadıkları yıldan, bir parçası oldukları medeniyetten ve teknolojik gelişmelerden habersiz, çevreleri yüksek duvarlarla ve “suni korkularla” çevrili bir açık hava hapishanesinde özgürce yaşadıklarını zanneden bir grup “mutlu” ve “huzurlu” klanın, kendilerini doğaya hapseden hastalıklı bir zihniyetin esiri olduklarını ve hiç bilmedikleri, ancak ait olmaları gerektiği bir dünyadan manasız sebeplerle mahrum bırakıldıklarını anlamalarıyla sona eren “The Village” filmi büyük umutlarla vizyona girmesine rağmen, olumsuz geri dönüşlerle birlikte Shyamalan’ın kariyerindeki en sert düşüşlerden birisine tekabül etmişti.

İçerisine doğdukları bu karanlık hayatın tüm ağırlığını ve acımasızlığını o fakir omuzlarına yüklemek zorunda kaldıkları için ekmek paralarını doğdukları değil, doydukları yerlerde kazanmak zorunda kalan ve bu kadersizlikleri sebebiyle ülkenin en ırkçı, en yobaz, en barbar insanlarının istiflendiği rezil bir coğrafyada helal alın terleri ile ekmek kavgasına girişen kadını erkeği Kürt emekçilerine yönelik sahneye konan bütün bu düşmanca, vahşice, alçakça saldırıları ve tabii cari siyasi iradenin yol verdiği üzere özellikle Kürtlere yönelik olarak bu türden ırkçı saldırıların gün geçtikçe fazlalaştığını, bir devlet ve toplum rutini haline dönüştüğünü gördükçe, etrafı yüksek duvarlarla ve büyük yalanlarla çevrili “The Village”in, bu toprakların her daim olağan şüphelileri olan Kürtler açısından hiç de öyle Shyamalan tarafından kurgulanmış uçuk bir senaryo olmadığı ve çileli yaşamlarının içerisinde basbayağı karşılaşabilecekleri ve hatta o malum köyün bir parçası, bir kurbanı, bir tutsağı olabileceklerini pek ala göstermiştir hem kendilerine hem de bu ırkçılıktan bıkıp usanmış tüm yurttaşlarımıza.

Elbette yaşadıkları yıldan ve bir parçası oldukları medeniyetten habersiz, çevreleri suni korkularla çevrili bir açık hava hapishanesinde özgürce yaşadıklarını zanneden Shyamalan’ın The Village’indeki mutlu ve huzurlu insanların aksine, bu ırkçı, bu barbar düzenin inşa ettiği yerli ve milli “The Village”ında adeta esir hayatı yaşayan kadim Kürtlerin, çevresi suni değil basbayağı gerçek korkularla çevrili bu ulus devlet köyünde mutlu ve huzurlu olduklarını; burada hangi hastalıklı zihniyetin esiri olarak bulunduklarını bilmediklerini iddia etmek pek de öyle gerçekçi bir değerlendirme sayılamayacaktır hani.

Zaten öyle olduğu için de Shyamalan tarafından zorlama bir “sürpriz final” iliştirmesiyle kurtarılmaya çalışılan, ancak bir türlü başarılamayan The Village’ın gişede başına gelen “tahmin edilebilir” yıkım, bizim yerli ve dini Village’mızın da başına gelecektir ve “kayıp” bir utanç düzeni olarak bu toplumun hafızasında ya da Çetin Altan’a selam çakarak ifade edersek eğer bu ülkenin lanetliler bahçesindeki yerini er ya da geç kesinlikle alacaktır. Almalıdır da zaten.

Sırf Kürt ve kimsesiz oldukları için vahşice saldırıya uğrayan bu haysiyetli insanların o helal alın terlerinden üst başlarına sızan her bir damla “kirin” o lanet ırkçı vicdansızlıkların en konforlu, en havadar yerinde sonsuza kadar istihdam edilmesine yetecek “asillikte” olduğunu anlamalarının, bunun mahcubiyetini hissetmelerinin başka da bir yolu, yöntemi yoktur. İşte bu yüzden de Türk’ü Kürdü, Sünnisi Alevisi gayrimüslimi bu ülkenin vicdan ve haysiyet sahibi gerçek sahipleri dillerinden besmeleyi boğazlarından haram lokmaları eksik etmeyen malum ve meşhur alçakların inşa ettikleri bu hapishane duvarlarını gün gelecek tüm güçleriyle yıkacak ve salaha ereceklerdir.

Dolayısıyla Kürt emekçiler o yiğit yüreklerine hiç ama hiç dert etmesinler bu tip rezil ve ırkçı densizlikleri. Yeni ve kirli Türkiye’de bazıları ne kadar kir pas içerisinde çaresizce debeleniyorsa; bu yürekli emekçiler de bir o kadar temiz ve pak kalarak hayatlarına kaldıkları yerden namuslarıyla devam edeceklerdir, bundan zerre şüphe duymuyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir