DEPREM, MEDENİYET VE BİZ

Analiz

Written by:

Öyle bir coğrafya ki bir yanda tarihinde insanlığa yol gösteren Sümerler gibi kadim kültürlerle dolu bir geçmiş öte yanda her türlü bilimsel düşünceyi reddeden zihniyetler. Yine öyle bir coğrafya ki bir yanda Mevlana, Yunus Emre gibi insan sevgisi ve hoşgörüyle dolu bir geçmiş, öte yanda düşüncelerinden dolayı insanların otelde diri diri yakıldığı yobaz bir düşünce. Yine öyle bir coğrafya ki eşitliği, bilimsel aklı, demokrasiyi, çağdaşlığı öne çıkaran bir düşünce sistemine karşı egemen olmaya başlayan temeli Arap Kültürüne dayalı bir anlayışla İslamiyet’e sığınmış anti demokratik bir yönetim anlayışı.

Daha yüzlerce örnek sayılabilir. Ama tüm bunların çıkarımı “sözde Müslümanların” İzmir’deki depreme sevinen “seccadeye kul olmak” isteyenlerin (oysa Tanrı’ya kul olması gerekir) sosyal medya paylaşımları bizim ne kadar da çok ayrıştırıldığımızın en son ve en somut örneği. Bu anlayıştan sonra siz hangi Avrupa ülkesine yada özgür düşünceye sahip birine “İslamiyet”in sevgi ve barış dini olduğunu inandırabilirsiniz? Elinde bıçakla tekbir getiren gözü dönmüş yobazın öğretmeninin gırtlağını keserken getirdiği tekbir sesleriyle hangi dini anlatırsın? “Bir grup öfkeli Müslüman gencin” yarattığı vahşeti maruz mu görürsün? Çocuk tacizlerine seyirci kalan, adeta bataklığa dönüşmüş medrese ve yurtları hangi insanlıkla açıklarsın?

Kalplerindeki irini ağızlarından kusan, yüzünün nuru kaybolmuş şeyh bozuntularının egemen hale geldiği bir ülkede hangi medeniyetten bahsedebilirsin? Bu insanlar mı “Allah’ın verdiği canı yine Allah’ın alacağına” inanan insanlar? Bu insanlar mı ”Yaratılanı severiz yaratan dan ötürü” diyen?

İlk olarak 17 Ağustos Depremi sonrası bu çağdışı düşünce Gölcük Deniz Üssü’nün yerle bir olmasını sevindi.7,4 yetmedi mi dövizleriyle meydanlarda boy gösterdi. Sonra başka bir zihniyet Van Depremi sonrası Kürtlerin cezalandırıldığını düşündü.

Her göçük altında kalan yurttaşımız eğer sağ çıkabildiyse devletine, hükümetine şükretti. Hükümetini ve devletini temize çıkardı. Oysa devletin temel görevi yurttaşının can güvenliğini sağlamak ve gereken önlemleri almaktır. Soma’da göçük altından çıkan madencinin sözlerini hatırlıyor musunuz? Hani “Çizmelerimi çıkarayım sedye kirlenmesin” diyen madencinin? Delik lastik ayakkabıları ve üstü başı perişan bir halde şehit oğlunun cenazesini bekleyen Konya’lı amcayı hatırlıyor musunuz? Ya da bebeğinin cesedini bir çuvala koyup sırtına vurarak karda köyüne götüren yurttaşı? O güzel insanların konuşmasında, ses tonunda her şey vardır. Bir şeyleri bildiğinden değil, bilmediğinden, devletin bu evlerin yıkılmasında, dolayısıyla onlarca, binlerce insanın ölümüne neden olmasında büyük, hem de çok büyük suçu olduğunu bilmemektedir. Devletine hesap sormayı bozgunculuk olarak öğretmişlerdir.

Ama bir yıl önce Acun’un programlarını daha dün gibi, yaşamış gibi, hatırlayanımız çoktur. Hatta Kaynana Semra’yı sanırım kimse unutmamıştır. Ne alakası var? Sorusunu duyar gibiyim. Çok alakası var güzel kardeşim. Bütün bunlar koskocaman bir oyunun küçük küçük rolleri.

Deniz kumuyla inşaat kumunu ayırt edemeyen müteahhitlere göz yuman bu devleti yönetenlerdir. Yine deprem toplanma alanlarını imara açan, dere yataklarına şekilsiz sağlıksız yapılaşmaya izin veren devleti yöneten hükümetlerdir. Şöyle bir hafızamızı yoklayalım. Son 18 yılda kaç tane imar affı çıktı? İmar yasasında kaç düzenleme yapıldı? Yapılan her düzenleme daha fazla rant yaratmaya yönelik düzenlemelerdir. İnsan hayatı hep göz ardı edilmiştir.

Yaşanılan deprem, sel ve maden felaketlerinde suçlu dönen çarktır. Neo liberal sistemdir. Gözünü kar hırsı büyümüş müteahhitler ve tüccar devlettir. Bu evine zor koşullarda ekmek götürme kaygısına düşmüş yurttaşımızı bırakın aydınımızın da fark edemediği bir talan ve yağma düzenidir.

1999 Depreminden bu yana her platformda konuşulan deprem gerçeği ve gereken önlemler noktasında merkezi ve yerel yönetimler hiçbir önlem almamıştır. Tam tersine büyük bir refleksle alınan önlemler ve alanlar ucuz politikalara kurban edilmiştir. Deprem acısı üzerine çıkarılan vergiler kalıcı hale gelmiş acının üstünden devlet kasasına büyük gelirler kaydedilmiştir. Ama bu gelirlerin nereye harcandığını sormak suçtur. Hükümet yaptığı otoyollarla, açtığı havaalanlarıyla ve saçma sapan yatırımları öne çıkararak toplanan kaynakların nereye harcandığının sorulmasına set çekmiştir. Yurttaşının can güvenliğini sağlayamayan bir devlet uzay sanayinde devrim yapma arzusundadır.

Ali Ağaoğlu gibi şarlatanların, Acun Ilıcalı gibi sonradan görmelerin devletin en yüksek makamlarında itibar gördüğü bir ülkede bilim insanlarının çığlıkları büyük bir öfkeyle susturulmaktadır. Öte yandan adeta Hükümetin Fetva makamına dönüşmüş olan Diyanet İşleri Başkanlığı ve onun Başkanı her yanlışa bir hadis ve ayetle kılıf arama çabasındadır. Çocuk tecavüzlerine, hırsızlığa, israfa, kul hakkına, yaşam hakkına sessiz kalan Ali Erbaş İzmir Depremi sonrası “Kıyamet Alıştırması” yapıldığını söyleme cehaletine düşmüştür. Bu kıyamet alıştırmalarının neden yoksul ve dar gelirli insanların canına kast ettiğini de açıklarsa aydınlanmış olacağız.

İlk çivi yazılarının ve kitabelerin yazıldığı bu coğrafya, sonrasında büyük bir cehalete ve karanlığa mahkum edilmiştir. Depremin yer kabuğu çatlamasından meydana geldiğini söyleyen Sümerler’den sonra bugün Diyanet İşleri “Kıyamet Alıştırması” diyebilmektedir. Matbaa bu topraklara tam 300 yıl sonra geldi. Ve lanet olası o 300 yıl bir türlü kapanmıyor. İster gaz çıkarın, ister roket yapın. O 300 yıllık fark kapanmıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir