Vatan Borcu!

Analiz

Written by:

Türkiye Cumhuriyeti’nde doğmuş olmalarının bedelini ömürleri boyunca ödemek zorunda kalan her erkek kurbanın başına geldiği üzere doğumla birlikte üzerime zimmetlenen ve tüm gençlik yıllarım boyunca azılı bir katil gibi peşimi zinhar bırakmayan “vatan borcumun” devlet tarafından tahsil edilmesi için Yalova merkezde bulunan jandarma birliğime tüm benliğimle teslim olduğumda kışlanın dışarısına bıraktıklarım arasında sadece özgürlüğümle, Adana’da bıraktığım moralim yoktu elbette.

Yeşilin en çekilmez, en itici tonundaki kamuflajını üzerime geçirmemle birlikte yaşama dair az çok biriktirdiğim tüm mantıklı ve haklı sebeplerimi de ardımdan kapanan o demir kapının dışarısında bırakmak zorunda kalmıştım..Zira yoğun esaret altındaki öfkeli zihnime “askerliğin başladığı yerde mantığın bittiği” militarist mottosunu ( ya da saçmalığını ) bir şekilde kabul ettirmemin ve teskere alacağım o kutsal güne sağ salim ulaşmamın başka bir yolunun yordamının olmadığını gayet iyi biliyordum.

Hukuki ciddiyetten yoksun siyasi “intikam” davası ile özgürlüğüne el konulan; zekadan, akıldan ve vicdandan yoksun bir iddianame karşısında beklentilerin aksine savunma yapmayarak, kendisine bu adaletsizliği, bu alçaklığı yaşatanlara karşı tek başına değil, sanki bir “hayvan sürüsüyle” birlikte hunharca hücum ederek bir korku imparatorluğuna dönüştürülmüş bu memlekete bir nebze de olsa cesaret üfleyebilmeyi başarmış Ahmet Altan’ın, özgürlüğüne kavuştuğu o bir hafta boyunca “kan” ve “intikam” çığlıklarıyla faşist ayinler düzenleyen memleketin kahir ekseriyetinin utanç verici hallerini yeniden hatırladıkça, askerlik hayatı ile “mantık” arasındaki resmi diyalektiğe rahmet okutacak cinsten tehlikeli çelişkilerin hayatımızın her alanına arsızca nüfuz ettiğini hissettim, ya da geç de olsa bir kez daha farkına vardım.

Belli ki, en azından Ahmet Altan ve de onun gibi zulme direnenler için, sadece mantığın değil, aynı zamanda özgürlüğün de bittiği; ya da bir arada anılamayacağı karanlık günlerin, kötülüğün ölümden daha hızlı koştuğu bu “kurtluk” zamanların sürekliliği söz konusu artık. Normal şartlar altında bırakın bir araya gelmelerini, aynı cümlenin içinde kullanılmaları bile söz konusu olamayacak toplumun farklı kesimlerinin “Ahmet Altan” nefreti üzerinde ağzı sıkı İtalyan mafya üyeleri gibi “fikir ve nefret birliği” içerisinde olmaları, söz konusu bu toplumsal diyalektiğin ya da cinnet halinin daha uzun yıllar boyunca memleketin sağduyusunun üzerine bir kene gibi yapışacağını ve onu hukuksuzca sömüreceğini müjdeliyor bizlere!

Bu korkunç gerçeğin eskortluğunda, faşizmin giderek filizlenip boy verdiği “yerli ve dini” yeni Türkiye’de sanki tüm toplum benimle birlikte Yalova’daki o jandarma birliğine teslim olup yaşama dair tüm mantıklı gerekçelerini militarizmin doğası gereği o demir kapının ardına bırakmış gibi davranıyor. Bu teslim oluşun doğası gereği hukuk, demokrasi, adalet ve ifade hürriyeti sadece “ideolojik yoldaşlar” açısından hak olarak görülüyor ve bu anti-demokratik anlayışa karşı gelenlerin başta “ihanet” olmak üzere çeşitli sebeplerle toplumsal lince tabi tutmaları “vaka-i adiye”den saylıyor.

Soğuk bir şubat sabahında Yalova-Altınova’daki jandarma birliğimden terhis olarak, ya da adını koyalım artık “tahliye edilerek” mantığıma ve özgürlüğüme koşa koşa kavuşmamdaki ( evet, gerçekten de koşa koşa ) o tarifsiz sevincimi ve heyecanımı hatırlıyorum da, asırlara varan parlamenter geleneğe sahip, iyi kötü hukuk devleti geçmişi ve pratiği olan bu kadim memleketin halklarının da bir an önce terhis olmasını ve özgürlüğün o doyumsuz ruh haline bürünmesini diliyorum, umuyorum. Çünkü belli oldu ki, bu militarist terhis gerçekleşmeden hukukun, adaletin sadece onlar için değil, fikirlerine katılsınlar ya da katılmasınlar herkes için, toplumun her kesimi için gerekli ve sonuna kadar “hak” olduğunu asla anlamayacaklar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir