Hem bize hem de BİS’e hayat veren adam!

Analiz

Written by:

Ağır bağımlısı, büyük müptelası olduğumuz şanlı Galatasarayımızın 1994 yılının sıcak bir 15 Mayıs gününde ligin son maçı olan Bursaspor maçını kazanarak tarihindeki onuncu şampiyonluğunu ilan edeceği o son lig maçı öncesinde, o yıllarda şimdilerde olduğu gibi ligin düzenli bir yayıncısı olmadığı için hiçbir televizyon kanalının yayınlamadığı bu final maçını radyodan naklen dinlemek üzere o gün evine toplu halde misafir olduğumuz arkadaşımızın ailesine ait olan ve müstakil evlerinin bahçesinde öylece atıl halde duran “motorsikletten bozma!” küçük bir Fiat BİS marka otomobile tam 6 kişi birden yanak yanağa doluşmak zorunda kaldığımızda, o anda toplu halde istihdam ettiğimiz tek ve biricik endişemiz; hani bırakalım Galatasarayımızın atacağı o bir golü arabanın içerisinde birbirimize deliler gibi sarılarak kutlayabilmeyi, içerisinde doğru düzgün nefes almanın bile büyük bir lüks sayılabileceği o minicik arabadan bu kadar toroman delikanlının herhangi bir sakatlıkla, kırık çıkıkla sınanmadan tam parça halinde nasıl geri çıkabileceği idi!

Zira tam 1 yıl önce yine Bursaspor’dan müthiş yerinde bir tercihle transfer edilen uzun boylu ve uzun saçlı santraforumuzun, her ne kadar ara ara kaçırdığı basit gollerle bize bir hayli saç baş yoldurmuşluğu olsa da, tıpkı geride bırakılan 2 koca sezon boyunca kendisine her ihtiyaç duyulduğunda gerekeni fazlasıyla yapacağından ve bizi yine şampiyonluğa neredeyse tek başına taşıyacağından ne benim ne de emektar BİS’e “tık nefes” konuşlanmış yüreği sarı kırmızıyla çarpan diğer ekip arkadaşlarım en ufak bir şüphesi vardı.

Ki nitekim de Kral daha maçın 5. dakikası oynanırken attığı golle birlikte takıma ilk transfer olduğu günlerde kendisine takılan “boğazın boğası” lakabını sonuna kadar hak ettiğini ispatlayarak maçın ardından gelecek şampiyonluğa dair hiçbir endişe istihdam edilmemesi gerektiğini o esnada tümüyle yakıp yıktığı Ali Sami Yen’e haykırdığı gibi, o tarihi stadyumdan kilometrelerce uzakta bulunan Adana Köprüköyü Mahallesi’nde hem kendisine sonuna kadar güvenen hem de kendisiyle gurur duyan Galatasaray ve Hakan Şükür bağımlısı gençlere de haykırmayı ihmal etmemişti işte.

Maçın sonlarına doğru benim gibi o yıllara “yaş haddinden” yetişen Galatasaraylıların takıma neden transfer edildiğini bugün bile hala anlamadıkları “ne kokan ne de bulaşan” İsveçli Roger Ljung’un bir gol daha atmasıyla birlikte uzun zamandır trafikte esamesi okunmayan Fiat BİS’imizin Adana’daki hararetli ve tabii tahmin edileceği üzere yine bol kavgalı şampiyonluk kutlamalarında arz-ı endam etmesi de bir anlamda kesinleşmişti.

Tüm mahalle eşrafının yardımıyla zorla çalıştırdığımız arabayı bir daha çalıştıramama korkusuyla Adana caddelerini neredeyse trafiğe kapatan çılgın Galatasaraylıların aksine sadece “mobil” olarak kutlamalara katılmak zorunda kaldığımız bir unutulmaz şampiyonluk gününü daha doyasıya eğlenerek ve tabii birbirimize hissettirmemeye çalışsak da bolca da hüzünlenip ağlayarak geride bırakmıştık.

Hakan Şükür o yıl, bir yandan ileride elde edeceği nefis başarıların bir fragmanı olarak sergilediği müthiş performansıyla Galatasarayımızı çift haneli şampiyonluk sayısına taşıyarak bu konuda sürekli çekişme halinde olduğumuz, ki övünmek gibi olsun ama bugünlerde bu konuda fark atığımız, ezeli rakibimize o yıllarda ilk göz dağını verirken, diğer yandan da kimselere zararları olmayan, zaten iyi insanlar olmalarının dışında da başka hiçbir ayırt edici özellikleri olmayan, bu sebeple de son derece sıradan ve vasat bir geleceği beklemeye koyulan bizim gibi sporu, ama daha çok da sarı kırmızıyı müthiş bir tutkuyla seven gençlere ve o gençlere bir günlüğüne de olsa hizmet vermeye çalışan artık hurdaya çıkmak üzere olan BİS’imize hayat vermeyi başarmıştı.

Galiba tam da sebeplerle bizim 90’lar kuşağının “havada asılı kalabilen” ve “kafasıyla şut atabilen” birinci sınıf santraforluğundan; aynı zamanda hem bizlere, hem de veteran BİS’lerimize hayat vererek her kuruduğumuzda, her solduğumuzda ve tabii her çalışmadığımızda bizi yine, yeni, yeniden hayata bağlayabilen birinci sınıf “yaşam reaktörlüğüne” terfi eden Kral Hakan Şükür hakkında ne vakit basında kötü bir haber çıksa, ne yazık ki son yıllarda sık sık şahit olduğumuz üzere yine açık bir haksızlığa uğrasa kendisi, hala bu cinnet vatanda yaşıyor olmamdan mütevellit, başıma ne geleceğini de zerre umursamadan içimde hissettiğim o korkunç üzüntüyü, tarifi imkansız yürek sızısını bir çırpıda kalemle kağıda dökerek bir zamanlar benim gibi sıradan gençlerin hayatlarına fena halde dokunan, bir süreliğine de olsa o renksiz hayatlarımza “renk ve kan” enjekte eden, bu sayede de bizim gibi gençlerin kendilerini önemliymiş gibi hissetmelerini sağlayan bu koca yürekli adama, kırılması imkansız rekorları itinayla param parça etmiş bu inanılmaz futbol sanatçısına yürek dolusu teşekkürlerimizi sunmaktan hiçbir şekilde alıkoyamıyorum kendimi.

Dolayısıyla Kral Şükür’e var olan büyük vefa borcumuzu bu şekilde ödüyor olmamızın ağır bir bedeli olacaksa eğer, ki memleketin içinde debelendiği çukuru göz önüne alırsak öyle gibi de görünüyor, şahsen ben o ağır bedeli bir zamanlar Hakan Şükür’ün attığı sayısız gollerle hayatları değişen ve renklenen tüm eski arkadaşlarım adına tek başıma ödemeye hazırım.

İçlerindeki hala en mutsuzları ve açık ara en başarısızları olmama rağmen aralarındaki hali hazırda eli kalem tutabilen tek kişi olduğum için mi bu bedeli tek başıma hiç çekinmeden sırtlamak istiyorum bilmiyorum. Ancak şunu çok iyi biliyorum ki, faşizmin iyiden iyeye azıya aldığı bu karanlık günlere uyum sağlama adına ömrünü adadığı Galatasaray kulübü ve takım arkadaşları onu unutmuş ya da unutmak zorunda kalmış olsalar da, şartlar ne olursa olsun, memlekette ne türden bir iklim yaşanırsa yaşansın, benim gibi onu karşılıksız sevenler açısından değişen hiçbir şey olmamıştır.

Adı belgesellerden ya da arşivlerden çıkartılmaya çalışılan Hakan Şükür bizim kuşağımızın evlat sahibi olanlarının çocuklarına anlatabilecekleri “havada asılı kalabilen” ve hatta kendisini izleyen hayranlarını havaya sokarak onlara hayat verebilmeyi başarabilmiş bu toprakların görmüş olduğu en büyük santraforudur. Hiçbir iktidar hesabı, hiçbir sportif rekabet ve bu rekabetin emzirdiği iflah olmaz kıskançlıklar bu sarih gerçeği örtemeyecek, hasır altı edemeyecek ve değiştiremeyecektir.

Uğur Güney Subaşı. Mart, 2023, Adana

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir