ÇÖPTEN BESLENEN SIĞIRLAR
Türkiye bir zamanlar pek çok tarımsal üründe kendine yeterli bir ülkeydi. Ancak nereden ve nasıl geldiğini çok iyi bildiğimiz bir ekonomik anlayışla ülke tarımı Turgut Özal’ın açıkladığı 24.Ocak 1980 ekonomik kararları sonrası hızla tasfiye edilmeye başlandı. Neymiş efendim “Devlet et ve süt mü üretirmiş? Yok devlet gömlek mi üretirmiş? Devlet yem mi üretirmiş?” gibi yüzlerce sayabileceğimiz örneklerle üreticinin ürünlerine satın alan ve ucuz girdi sağlayan kurumlar kapatıldı. Önce Süt ve Et Endüstrisi ile Zirai donatım Kurumu ve Yem Fabrikaları kapatıldı. Köylü denetimsiz ve yaptırımsız piyasa koşullarına terk edildi.
Peşinden “Derviş Kararları” ile 15 günde 15 yasa ve 15 Milyar dolar kredi ile tarım ve tarıma bağlı sanayi, ikinci ve daha yıkıcı bir sürece evrildi. Yok edilen tütün, şekerpancarı, pamuk ve daha pek çok ürün ve bu ürünler üzerine ihtisaslaşmış Tariş, Fiskobirlik, Çukobirlik ve Trakya Birlik gibi kurumlar işlevsizleştirildi ya da kapatıldı. Mevcut olanlar ise üretici örgütünden çok ticari bir şirket anlayışıyla çalışmakta. Dolayısıyla üreticinin tutunabileceği dallar birer birer kesildi. Sahipsiz, örgütsüz, kaderine terk edilmiş bir köylü sınıfı kaldı.
Taşımalı eğitim sistemiyle köylerde kalan son meşale olan öğretmenler de çekilince Türk Köylüsü tamamen kaderine tek edildi. Büyük bir taşra örgütlenmesi olan Tarım Bakanlığı bürokrasiye gömüldü, hantallaştı, döner sermaye uygulamalarıyla kar eden kuruluşlara dönüştürüldü.
Yeterince bilgi ve teknoloji üretemese de, Tarımsal Araştırmaya yönelik, tohum istasyonları, araştırma enstitüleri ve en büyük damızlık hayvan üreticisi olan Tigem’ler ya kapatıldı ya da farklı bir görev tanımıyla çalıştırıldı.
Geldiğimiz nokta ise finansmanı yabancı bankalardan, makinesi İtalya’dan, tohumu çok uluslu şirketlerden, yem hammaddesi Amerika kıtasından, damızlık hayvanı Hollanda’dan, ürettiği ürünün taban fiyat ve gümrük vergisi “yerli ve milli iktidardan”, girdi fiyatları uluslararası piyasalarda belirlenen, taşeronluğu Türk Köylüsünden, kaymağını yiyen yandaş tüccar olan bir üretim ilişkisi. Sonra bütün bunları bilmiyormuş gibi köylüyü “gözünü toprak doyursun’dan, ananı da al git”e varan hız kesmeyip patates üreticisini teröristlikle suçlayacak kadar ileri giden bir iktidarın tarım politikası.
Deveye sormuşlar; “Boynun neden eğri?” diye. O’ da “nerem doğru ki” diye yanıt vermiş. Siz bakmayın tarımsal üretimde ve desteklemelerde büyük sıçramalar yaptık sözüne.
Gördüğünüz resim Çorum iline bağlı Kargı ilçesinin çöplüğünde beslenen hayvanlara ait. Bu ilçeye son on sekiz ay içerisinde en az 6-7 kez gittim. Her defasında sayıları eksik olmamakla birlikte çöpten beslenen bu hayvanları gördüm.
Bir ülkenin üreticisi hayvanlarını ilçe çöplüğünde besleyecek çaresizliğe düştüyse, o ülkenin hayvancılığı bitmiştir. “Yok, efendim şöyle destek veriyoruz, böyle üreticinin yanındayız” hamasetlerini ancak Kadir İnanır.
Anadolu insanı vicdanlıdır. Kadir kıymet bilir. Çoluğunun çocuğunun karnını doyuran hayvanına gözü gibi bakar. Hasta olduğunda başucunda nöbet tutup ağlayan Anadolu köylüsü hayvanını çöpte beslemek zorunda kaldıysa, kendisi de çok farklı bir durumda değildir. Çünkü sofrasındaki yemeği, bırakın sığırını, kedisi ve köpeğiyle paylaşır.
Ha bir de sosyetik hayvan severlerimiz var değil mi? Hani bunlar büyük büyük makamları işgal edip, sokak hayvanlarına “sözde” destek çıkıyor. Peki, o hayvanların kaç tanesi araba altında kalıyor, sokak sokak yiyecek arıyor, her köşe başı yemek artıklarıyla dolu, birbiriyle rekabet içinde olan bu hayvanlar şehirde yaşayan insanların güvenliği ve sağlığı konusunda hiç risk taşımıyor mu?
Son sözüm takiyyeci hayvanseverlere…
Herkes yüzüne bir maske takmış. Nerede rant var, oy var, popülerite varsa o maskeyi kullanıyor. Bizimkisi hayat değil adeta bir “Maskeli Balo”. Oysa Mevlana ne güzel demiş.
“Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.”