AYRILAN ETLE TIRNAK

AnalizPolitika

Written by:

Merhaba serokémin, dembaş başkanım,

Benim adım Uğur Güney Subaşı. İnsanların delirmekten “dellenmeye” çok kısa bir sürede kolayca geçebildiği, bereketli toprakların başkenti sayılan güzel Adana’mızda o karanlık, kaos yüklü 70’lerin sonlarına doğru malum kargaşanın içerisine ancak suni sancı ile doğabilen, ya da düşebilen; zengine, güçlüye ve muktedire karşı inatla direnmiş bizden önceki kuşakların memleket hapishanelerinde “azimlerinden” tavana asıldıkları 80’ler ve hatta 90’lar boyunca bir şekilde büyümeyi başarabilen ve her şey planlandığı gibi giderse de Yezid’in evlad-ı manevilerinin damgasını vurduğu buram buram vicdansızlık, yüzsüzlük ve vasatlık kokan şu 2000’li yıllarda yaşlanarak burada ölmeyi planlayan sadık bir seçmenin, meraklı bir okurun, ihtiraslı bir dinleyicin, yaşadığı şehirde “kart turk sesleri çıkartan!” Türk asıllı fahri bir Kürt olarak da inatçı bir takipçinim senin.

Tam 4 yıl boyunca bir adamla bir kadını, bir babayla çocuklarını, bir evlatla anasını babasını, bir liderle seçmenlerini, takipçilerini ve şehrini, adaletle mülkün temelini, cumhuriyetle onun şerefini, iki halkın birbirlerine olan kadim mecburiyetlerini anlatan etle tırnağı böylesine hoyratça, böylesine hukuksuzca ve böylesine utanmazca birbirlerinden zorla ayrılmalarını çile dolu, sitem dolu, öfke dolu ve elbette göz yaşı dolu bir yol hikayesi ile anlatan Coğrafya Kaderdir kısa belgeselini izlerken bu satırları, bu açık mektubu sana yazmaya karar verdim başkan. Ki gönül rahatlığıyla itiraf edeyim ki bir kez daha izlemeye cesaret edemediğim o belgeseli ilk izleyişimde kadim asasını hınzır bir ağaç kurduna kurban veren Kral Süleyman gibi her sahnesinde, her anında eski bir gazete yığını gibi kendi üzerime yıkılıp durdum.

Hani futbolla ne kadar ilgilisin bilmiyorum ama 1990 yılında İtalya’da düzenlenen dünya kupası’nın açılış maçında son dünya şampiyonu sıfatıyla İtalya’ya gelen Arjantin’le karşılaşan Kamerunlu futbolcular, takımının başında kaptan olarak sahaya çıkmaya hazırlanan efsane Maradona’yı çıkış tünelinin ucunda gördükleri anda tüm takım olarak göz yaşlarına boğulmuşlar ya, ben de bir yandan Demirtaş ailesinin haktan, hukuktan bir santim bile sapmayan bu tarihi direnci karşısında Tanrı’nın bir parçası ile aynı sahaya çıkmak üzere olan Kamerunlu genç futbolcuları esir alan o büyük hayranlıkla heyecanlanıyorum, kendime hakim olamıyorum. Öte yandan o direncin, o kararlılığın bedelinin evladının doğum gününü telefonda kutlamak zorunda kalmakla ödenmesi karşısında da oluk oluk akan göz yaşlarıma bir türlü hakim olamıyorum. Anlayacağın sevgili başkanım, kıymetli eşin Başak Demirtaş anlatıyor ben ağlıyorum. Ben yazıyorum Başak Demirtaş ağlıyor.

Aslında bu benim ikinci açık mektubum oldu. İlki vicdanın, cesaretin ve kalem namusunun timsali kontenjanından bu toprakların giderek Emile Zola’sı haline dönüşen ve bu yönüyle de aranızda birinci dereceden akrabalık ilişkisi bulunduğuna inandığım usta yazar Ahmet Altan’a ithafen yazılmıştı ve o mektupta yönetmeyle yetinmeyerek hükmetme hırsıyla seri “vicdansızlıklar” işlemekten zinhar çekinmeyen malum zalimlerin zamanla işkenceye dönüşen gaddarlıkları karşısında artık çok zorlandığımızı, bu yüzden de sizlerin özgürlüğüne, yürekli sözcüklerine çok ama çok ihtiyacımız olduğundan bahsetmiştim.

Giderek sendeleyerek nezaketini kaybetmeye başlayan bu umutsuz ruh halimin “batı cephesi”nde değişen yeni bir şey yok ne yazık ki..Bu yalnız ve güzel memlekete dair tüm gerçekliğin her gün yeniden inşa edilerek bazılarının işine geldiği gibi rahatça eğilip bükülmesi ve bu sayede de milyonlarca seçmenden oy almayı başarmış büyük bir kitle partisinin liderinin ve siyaset arkadaşlarının özgürlüklerine açık açık, ulu orta el konulması ve daha fenası bu hukuk ayıbının, bu siyasi soykırımın istikrarlı bir takvime bağlanmış olması, hücrelerimizle birlikte şu çilekeş hayatımızın tam ortasına arsızca yapışıp kalan bu lanet virüsle birleştiğinde yaşam giderek daha çekilmez, daha zor oluyor bizler açısından.

Biliyorum, yazdıklarımla senin de içini kararttım değil mi! Oysa bizlerin yani tüm mağdurların, yani haksızlığa uğrayan tüm ezilenlerin aynı “mağduriyet” ortak parantezine girerek kendilerini benzer zalimliklerle imtihan eden bu utanmaz soysuzlara karşı aynı boş kağıdı vererek onlara meydanın öyle sandıkları kadar boş ve kimsesiz olmadığını hatırlatması gerekiyor. Aralarındaki çift cama ve tüm resmi engellemelere rağmen baba kızların birbirlerinin kokusunu, cesaretini, asaletini almalarından korkanların bu korkularının onların gerçeği ve hatta kabusu olduğunu kendilerine hatırlatmak gerekiyor. Sevginin, direncin, haklı olmanın sağladığı gücün önünde hiçbir camın, hiçbir çakalın ve hiçbir mapushane duvarının duramayacağının daha bir net anlaşılması ve son günlerin viral tabiriyle yüksek dozda aşılanması gerekiyor.

Evet, benim yazacaklarım bundan ibarettir başkanım. En son umut ölürmüş derler ya..Her şeye ve herkese rağmen bir şekilde umut etmeye devam edeceğiz, başka yolumuz yok belli ki..Etle tırnağın sonsuza kadar ayrılmaması uğruna devam edeceğiz. Coğrafyanın kader ve keder olmaması için kavga vereceğiz. Nazım Hikmet’in dediği gibi, herhal ileridedir, yaşanacak günlerin en güzeli deyip sebat edeceğiz. Allah seni sevdiklerine, memleketine bağışlasın güzel insan. Hoşçakal.

Uğur Güney Subaşı. Aralık 2020. Adana.

One Reply to “AYRILAN ETLE TIRNAK”

  1. Fırat dedi ki:

    Ne yaptın be kardaş,Adana’nın en batısında olan Büyükçekmece de ? yatağımda uzanırken kalkıp bir kadeh rakı doldurup uykumdan ettirtmek zorunda miydin?iyi ki de ettin be kardaş,deli eminin dediği gibi var olsun yoldaşlar. Bu arada Adana mavidir Adanademirspordur. Büyükçekmece’den Diyarbakır’a,Adana’dan Silivri’ye sela olsun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir