İrade Kapışması

AnalizPolitika

Written by:

Covid 19 tedbirleri kapsamında belirli bir yaşın altında ve üstünde olan insanların evlerine aylar boyunca zorla kapatıldıkları günlerde onların psikolojilerinin ve tabii moral motivasyonlarının nasıl bozulduğuna; kafese kapatılan bir aslan yavrusu gibi evlerinin içerisinde bir sağa bir sola boydan boya volta atarak o sıralarda zorla bir yerlere kapatılmış olmalarını nasıl unutmaya çalıştıklarına, maskeyle de olsa dışarıda özgürce gezen kişilere pencereden bakarak nasıl içlendiklerine, onlara nasıl imrendiklerine, sevdiklerini küçük bir telefon ekranından belki de son kez gördüklerini düşünerek o görüntülü telefon konuşmasından sonra nasıl da hüzünlendiklerine her ne kadar o yaş gruplarından birisine ait olmasam da o yaş gruplarına dahil olan annem ve babamla aynı evde yaşadığım için gayet yakından tanık olma fırsatım olmuştu.

Şüphesiz ki şimdilerde kimselerin ama özellikle de yazının girizgahında bahsettiğim o yaş grubuna ait olanların haklı olarak asla hatırlamak istemeyecekleri zor ve sevimsiz deneyimlerdi yaşadıklarımız. Ancak şimdi o sıkıntılı dünleri düşündüğümde daha iyi anlıyorum ki bütün o moral bozucu olumsuzluklara rağmen bu insanları yine de bir şekilde hayata bağlayan ve onların umutlarını sürekli olarak diri tutmalarını sağlayan yegane faktör hep “zamana olan hakimiyetleri” olmuştu bence. Cari iktidarın virüsle mücadelesindeki tüm tutarsızlıklarına, tüm acemiliklerine rağmen evde kapalı bir şekilde aşağı yukarı kaç ay yaşayacaklarını ya da o şekilde yaşayacakları sürenin en fazla kaç ay olabileceğini biliyorlar ya da üç aşağı beş yukarı öngörebiliyorlardı. Eğer bu bilgiye ya da öngörüye sahip olunmasaydı, olamasalardı, hiç kuşku yok ki evde hapis olarak geçirilen COVİD süreci tahmin edilenden çok daha zor ve ölümcül geçebilirdi bu yaş grubu açısından.

Oysa COVİD 19 önlemlerinden ve o önlemlerin derdini, sıkıntısını en fazla çekmiş olan malum yurttaşlarımızdan farklı olarak “örgütlü kötülük” iktidarı tarafından memleket hapishanelerine neredeyse “ucu açık” bir zamanı + vicdansızlığı + utanmazlığı kapsayacak şekilde uzun yıllara değil, aynı zamanda yürek sızlatan, insana saç baş yolduran, insanı bu topraklardan soğutan korkunç bir belirsizliğe, öngörülemezliğe ve kimsesizliğe de mahkum edilen ne Selahattin Demirtaş’ın ne de cari “suç ve haram” düzeninin kullanışlı birer parçası, birer dişlisi olmayı onun gibi reddeden diğer siyasi tutsakların tutuklulukları boyunca böyle bir “kaçış rampaları”, içerisinde az biraz da olsa soluklanabilecekleri, geleceğe dair moral ve umut devşirebilecekleri bir “umut istasyonları” hiçbir zaman var olmadı ne yazık ki.

Siyasi tutsakların, karşı karşıya kaldıkları bu ağır haksızlık silsilesine ancak “zamanı unutarak” karşılık verebilecekleri, ancak bu şekilde direnebilecekleri cari zalimler tarafından çok iyi bilindiği için de kendilerinden itinayla çalınan zamanın malum kişi ya da kişilerce kendilerine sürekli olarak hatırlatılmasıyla geçti bütün o hukuksuz, adaletsiz süreçleri. Böylece bir anlamda onların mahkumiyetleri zamana hükmederek başkalarının kaderleri üzerinde kendilerini “tek yetkili” kılmaya çalışanlarla, geçip giden zamana direnerek o yetkiyi geçersiz kılmaya çalışan mazlumlar arasında geçen vahşi bir bilek güreşine, sıkı bir irade kapışmasına dönüştü!

Sevdiklerini yıllardır kalın bir çift camın ardından ya da sakil, cızırtılı bir “görüş telefonu” vasıtası ile görmek zorunda kalan siyasi tutsakların nasıl bir psikolojide olduklarını Covid 19 günlerindeki “ebeveyn tanıklığım”la analiz etme şansım pek olmadığı için doğal olarak bu irade kapışmasında kimin daha önde olduğunu, kimin zafere daha yakın olduğunu net bir şekilde bilemiyorum. Ancak 2. Dünya Savaşı’nın ünlü Stalingrad Muharebesi’ni ya da direnişini, zamanın Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgalini, Amerika’nın Vietnam fiyaskosunu ve bizden Gezi direnişini düşündükçe, “insan iradesi”ni kırmaya çalışan güç ve iktidar bağımlılarının ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar önünde sonunda o demirden irade karşısında eğilmek zorunda kalacaklarını net bir şekilde öngörebiliyorum.

Hasılı, devletin o “kahredici” gücünü ve imkanlarını hayasızca kullanarak kendi iğrenç çıkarları uğruna hukukun canına rahatça okuyan cari iktidar tarafından hapishane görünümlü o lanet “karanlığa” hani bırakın 5 ya da 10 seneyi, ömür boyu mahkum olsalar dahi, bu ruhu yiğit insanlara geçip giden ve her hatırladıklarında muhtemeldir ki onları tepelemesi beklenen zamanı hatırlatmaya hiç kimsenin gücü, kudreti yetmeyecektir.

Sonuçta herkes gibi etten kemikten yaratılmış insanlar olmalarından mütevellit yürümeyi yeni keşfetmiş çocuklar gibi belki zaman zaman yalpalayıp düşecekleri, belki ara ara umutsuzluğa yelken açarak kimsesizliğin koynunda kendi gözyaşlarında çaresizce teselli arayacakları kötü günleri olacaktır elbet. Ancak ne iktidarın ne de o iktidarın kamu imkanlarıyla, yani halkın parasıyla şımarıkça semirttiği o onursuz haramzadelerle, tetikçilerin önünde diz çökecekleri, doğruları söylemekten ve yazmaktan korkarak geri adım atacakları, kolayca yılacakları, yıllardır kendilerine reva görülenleri kolayca unutacakları ve bu ırkçı zalimler ölüp gitmeden de bir sabah ölecekleri günleri asla olmayacaktır onların, asla!

Uğur Güney Subaşı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir